TARİH SÜMER'DE BAŞLAR
TARİH SÜMER’DE BAŞLAR
Sümer Devleti, Dicle ve Fırat
nehirleri arasında kalan bölgede, Mezopotamya’da kurulmuştur.
Bugünkü Irak’ın sınırları içinde yer alan Mezopotamya’nın adı, orta anlamına
gelen ‘mesos’ ve ırmak anlamına gelen ‘potamos’ kelimelerinin
birleşiminden türetilmiştir. Eski çağ yazarları bölgeyi bu şekilde tanımlansa
da, bugün Mezopotamya adının kapsadığı sınırlar şu şekilde ifade edilir: Kuzey’de
Toros Dağları, Güney’de Basra Körfezi, Doğu’da Zagros Dağları ve Batı’da Suriye
Çölü… Sümerler devletlerini Mezopotamya’nın güneyinde kurmayı tercih
ettiler. Bunun sebebi, insanların verimli toprakları tercih etme eğiliminden
kaynaklanmış olabilir. Aşağıdaki Mezopotamya haritasında da
belirtilmiş olduğu gibi Sümerlerin yerleştikleri Basra körfeziyle Babil arasında
kalan bölge, Dicle ve Fırat nehirlerinden gelen alüvyonların birikmesi
nedeniyle oldukça bereketlidir.
Bu iki nehir burada yaşayan
insanların su kaynağıydı. Diğer yandan bu iki nehir, mimaride temel madde
olarak kullanılacak kerpicin hammaddesi olan kili, Güney
Mezopotamya’ya taşıyordu. Mimaride kerpicin fazlaca tercih edilmesinin
sebebi, Güney Mezopotamya’nın maden, kaliteli kereste ve çakmaktaşı, obsidyen gibi sert
taşlar bakımından fakir olmasıydı.
İhtiyaçlar doğrultusunda Doğu’yla ve Anadolu’yla ticari
ilişkiler kurulmaya, neolitik devirden itibaren başlanmıştı. Obsidyen Van
gölü çevresinden, bakır Ergani’den, gümüş Toroslardan, kalay Diyala
Nehri vasıtasıyla Afganistan’dan getiriliyordu. Özetle Neolitik dönemden
itibaren bunun gibi maddeler çeşitli yerlerden değiş-tokuş esasına
dayalı ticaret yapılarak temin ediliyordu.
Sümerler
Bugün insanlığın modern bir devlet yapısı altında
yaşayıp bu devletleri
geliştirebilmek adına attığı her adımın ve edindiği
her tecrübenin temelinde aslında Sümerler yatmaktadır. Bu
cümlede yalnızca örgütlü sosyal yaşama yaptıkları katkılar ifade edilmek
istenmemiştir. Dil, din, yazı, kültür, ekonomi, eğitim ve kentleşme hareketlerinden
tutun mimari, sanat, su ve kanalizasyon
kanalları, savunma sistemleri, baraj uygulaması, çömlekçi çarkları, saban,
yelkenli tekneler, yapı kemerleri gibi bir uygarlığın temeli sayılan bütün
unsurlar, Sümer ve ardından gelen Mezopotamya
halklarının insanlığa kattığı değerlerdir
İlk kez tekerleği kullanan yine Sümerlerdir.Tekerleğe,
arabalarıyla gömülmüş Ur krallarının mezarlarında ve bulunan pek çok kabartmada
rastlanmıştır. Haklarında sahip olduğumuz bilgiler yalnızca bunlarla sınırlı
değildir. Bu noktada yapılan araştırmalarla edinilen bulgular, zekalarının asla
küçümsenmemesi gerektiğini bugünün modern insanına gösterir, çünkü güncel
olarak kullandığımız saat sistemi bile dünyanın en eski
medeniyeti olan Sümer’den kalmıştır.
SÜMERLER’DE BİLİM
Bunun tek bir cevabı var, Sümerler.
Onlar, onluk sistem
değil de altılık sayı sistemi kullanmayı tercih edip altışar altışar sayarak
bir dakikayı 60 saniye, bir saati 60
dakika olarak belirlediler. 60 tabanlı sayı sistemi kullanarak
günü 24 saat, ayı 30 gün, bir yılı 360 gün olarak
hesapladılar. Daireyi 360 dereceye bölen de onlardı. Ne
gariptir ki insanlık çağlar boyunca takvimlerde çeşitliliğe giderken, zaman
birimini değiştirmeyi aklına bile getirmedi ve en ilkel uygarlığın bulduğu sisteme uymaya devam etti.7 Bu yüzden bugün
sahip olduğumuz tüm bilgi birikiminin temeli olan
Sümer medeniyeti hakkında
istisnasız herkesin bilgi sahibi olması gereklidir. Düşünün, bugün
neredeyse her şey altının katı: 12 ay, 12
burç, 12 gezegen, 12 saat gündüz ve 12
saat gece…
Sümerler, gökyüzüne
baktıklarında bu bizim
tanrımız olabilir dedikleri gök cisimlerinin Dünyaya olan uzaklıklarını dahi
ölçmüşlerdi. Güneş ve ay
tutulmasını hesaplayabilmişlerdi. Güneş saatini ve ay yılına dayanan takvimi icat
etmişlerdi. Astronomi ve astroloji alanında sahip oldukları bilgiler, yalnızca
bunlarla da sınırlı değildi.
“Dünya ekseninin
eğikliği 22,1 - 24,5 arasındadır. Dünyanın ekseninin bu eğimle yalpalayarak
güneş etrafında 360 derecelik dönüşüne devinim (presesyon) denir”.9 Milankovich
teoremine göre Dünya, eksen eğikliği ve eksen kayması nedeniyle her 25.920 yılda, bir dairelik
devinim gerçekleştirir. Yani 25.920 yılda bir, ilk yaptığı harekete döner. Dünya ekseni, her 72 yılda bir,
1 derecelik açı ile değişir. Dolayısıyla bir dairelik
deviminin 25.920 yılda nasıl tamamlandığı sonucuna, 72 yıl ve 360 dereceyi çarparak
ulaşabiliyoruz. Cevap 25.920’dir. Bu yazıda presesyon hakkında bilgilere neden
yer verildiği merak edilecek olursa, sebebi insanları şaşırtacak derecede
ilginçtir. Çünkü o dönemde bile Sümerler bir devinimin kaç yılda
gerçekleştiğini hesaplayabilmişlerdi. En ilkel uygarlık olarak
bildiğimiz Sümerler, dünya ekseninin eğikliğinden ve dünyanın 25.920 yıl süren bir
döngüsü olduğundan haberdarlardı. Astrolojinin temeli olan Zodyak
(burçlar kuşağı), ilk kez
Sümerler tarafından ölçülmüştü. Onlar, dünyanın yüzünü hangi takımyıldızına
döndüğünü hesaplayarak burçları ve burçların
hangi takımyıldızı tarafından temsil edildiğini biliyorlardı. Bunların farazi
bilgiler olduğunu öne sürenler olduysa da Mezopotamya’dan çıkan arkeolojik
silindir mühürler üzerine yapmış oldukları tasvirler, yukarıda yazılan
bilgileri doğrular niteliktedir.
Sümerlerin
çağın ötesinde bir toplum olduğunu söylemek yanlış olmaz. Belli bir
zamana kadar Hindistan’dan deniz yoluyla Mezopotamya’ya geldikleri savunulsa
da, güncel olarak Kafkasya’dan ilk etapta Mezopotamya’nın kuzeyine daha sonra
güneyine indikleri öne sürülmektedir. Sümerler ilk başta Dicle
ve Fırat nehirlerinin kıyılarına doğru yerleştiyseler de, bu nehir yatakları
değişken olması sebebiyle taşkınlardan korunmak için yüksek düzlüklere, Kiş,
Uruk, Ur, Eridu, İssin, Larsa, Şurupak, Obeyd, Cemdet Nasr, Lagaş, Eridu gibi
kentleri kurdular. Kentlerde sulama kanalları kurularak toprakları ekip biçmeye
başladılar. Çinicilik sanatını bularak altın, gümüş, bakır
gibi madenleri işlemeyi öğrendiler. Fakat bu madenlere Güney Mezopotamya’da
rastlanmadığı için, Akdeniz’in doğusuyla ve Anadolu’yla ticari ilişkiler kurarak
temin etme yoluna gittiler. Ticareti güvenli hale getirebilmek için kervan
yolları açtılar.
Şekil 2 Silindir Mühür (Şekil 2 Gülbin Koçak, Sümer Silindir Mühürler, Bilim
ve Teknik Dergisi, Ankara 2001, s. 86-90.)
Sümer Çivi Yazısı
Sümer uygarlığının kendi
geliştirdikleri çivi yazısını kullanmaya başladıkları İÖ 3200 yılı, en
önemli dönüm noktasıdır. Yazının icadı ile tarihsel süreç başlayacak,
ardından kurdukları okullarda edindikleri bilgileri sistematik olarak yazıya
dökerek geliştireceklerdir. Çivi yazısını Sümerlerin ardından Akad, Asur,
Babil, Pers, Hitit ve Urartu
gibi medeniyetler de kullanacak, bu yazı Fenike
Alfabesinin oluşumuna zemin hazırlayacaktır. Babilce ve Asurca, semitik dil
ailesinin bir üyesi olan
Akadcanın lehçeleridir. Çivi yazısını benimseyip Sami dillerine adapte
ederek bu yazı sisteminin
evirilerek gelişmesini sağlamışlardır.
İlk etapta, Dicle ve Fırat
Nehirleri ile gelen yumuşak
kilin üzerine yazmaya girişmelerinin başlıca nedeni, gelişen ekonomileri
nedeniyle ortaya çıkan karışıklıkları engellemekti. İlk etapta bulunan belgelerden
anlaşılana göre, resim karakterlerindeki (piktografik) işaretlerden
oluşan yazı, bildiğimiz
çivi yazısı formuna çok uzun sürede gelmiştir.
Şekil 3
En basit ekonomi ve yönetim işlerinde her kare içine,
durumunu kayıt altına almak istedikleri nesneyi anımsatan resimler çizerlerdi.
Yazı, yavaş yavaş şekil değiştirdi ve işaretleri
oluşturan çizgiler, çivi şekline dönüştü. Kısmi olarak hece
formunda yazılmaya başlandı. Belli bir zaman
içinde Sümerli öğretmenlerin uğraşılarıyla ve zamanla yazının çevre bölgelere yayılmasıyla, yazı
biçimi yavaş yavaş küçülerek en sonunda resim-yazı niteliği tamamıyla ortadan
kaldırıldı. Sözcükler, çoğunlukla her biri bir heceyi gösterecek şekilde çivi
işaretleriyle yazılıyordu. İÖ 2500’lere gelindiğinde, Sümer çivi yazısı öyle
esnekleşmiş ve genişlemişti
ki, bir kişi ne kadar
karmaşık veya ağır olursa olsun istediği konuyu rahatlıkla yazıya dökebilirdi. İnsanlar artık
1000 yıl önceki gibi mal listeleri, arazi satışları gibi basit konuları not
etmekle yetinmiyordu.
İ.Ö. 1500’lere
gelindiğinde, yapılan kazı çalışmaları sonucunda, bu döneme ait Nippur başta
o olmak üzere birçok Sümer kentinde binden fazla edebi eserin yazılı
olduğu tablet bulunmuştur. Aralarındaki en ünlü örnek, Gılgamış
destanıdır
SÜMERLER’DE
İNANÇ
Sümer inanışında birçok tanrı ve tanrıça olduğu gibi bu tanrı ve tanrıçalar için tapınaklar
inşa ediliyor, bazılarına şehirler adanıyordu. Sümerlerin ilk baş
tanrısı, gök tanrısı olarak bilinen An iken, daha sonraları bu unvan hava tanrısı olan Enlil’e verilmiş ve baş tanrı Enlil için Nippur
kentinde Ekur adlı bir tapınak inşa edilmiştir.
Tanrı Enki
Aynı Yunan
mitolojisinde olduğu gibi, tanrı ve tanrıçalar
çocuk sahibi olabilmekteydi; insanlar gibi eşleri ve çocuklarından oluşan aileleri vardı. İnsan görünümüne
sahip olan tanrı ve tanrıçalar,
doğaüstü özelliklere sahip ve ölümsüzlerdi
fakat aynı insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, lanetler
yağdırır, hastalanırlardı. Halkın hatta kralların bile en büyük korkusu tanrıları veya
tanrıçaları kızdırmaktı. İnanışa göre, Akad Kralı Naram-sin
(2254-2218), baş tanrı Enlil’e adanan kutsal kent Nippur’u yağmaladığı için
Enlil tarafından lanetlenmiş ve Akad
krallığı bu yüzden
yıkılmıştır.
Tanrılarını
kendilerinden uzaklaştırmak yerine içselleştirmeyi tercih
eden Sümerler, onları yaşamlarına dahil etmişlerdir. Sorunlarını
çözmeleri için yardım talep etmekten çekinmemişlerdir. Tapınaklara giderek
onlar için kurban kesmiş, ilahiler bestelemiş, törenler
düzenlemişlerdir. İşaretleri takip ederek yaptıkları işin tanrılar tarafından
onaylanıp onaylanmadığını anlamaya çalışmışlardır. Bu yolda onlara rahipler
yardımcı olup kılavuzluk etmiştir. İbadet ettikleri
tapınaklar iki çeşittir. İlki daha fazla tercih edilen
neredeyse her kentte bulunan dikdörtgen formda tek kapılı tapınaktır. Diğeri
ise Ziggurat adı verilen oldukça yüksek yapıdır. Zigguratların
olabildiğince yüksek inşa edilmesinin sebebi, gökteki tanrılarıyla dolaysız
yoldan bağ kurmaya çalışmaktır.
Sümerler yazıyı bulup kil tabletler üzerine hayatlarına dair belli başlı
olayları yazmaya başladılar. Aslında günlük yaşantılarındaki karışıkları son verme ihtiyacıyla başlayan bu girişim, zamanla insanın duygu ve
düşüncelerini aktarabileceği veya koyduğu kural ve kanunları nihai bir şekilde
uygulatabileceği, tanrılarından yardım, merhamet dileyebileceği, kahraman ve krallarına karşı duydukları
hayranlığı methiyeler düzerek anlatabileceği, kralların da kendisini ve atasını övebileceği bir araca dönüştü. Fakat tüm bu yazılarla birlikte Sümerlere ait olan her şey ne yazık ki unutuldu, hem de 19.
yüzyılın ortalarına kadar... Miras olarak
bıraktıkları bütün birikimi sonradan kurulan uygarlıklar üstlendi. Yazıları
kayboldu, dilleri kayboldu, tanrıları kayboldu, kentleri kayboldu. Buraya kadar
yazılanların tümü, Güney Mezopotamya’da başlayan kazılara ve çivi yazısının çözümüne kadar
saklı kaldı. Sümer kelimesi dahi unutuldu.
Mezopotamya tarihinin
karanlıktan aydınlığa çıkışı, iki kaynağın tespitiyle gerçekleşmiştir.
Bunlardan ilki, arkeolojik
buluntular diğeri ise yazılı belgelerdir. Yazılı
belgelerle bulunamayan bazı cevaplar kentlerde yapılan arkeolojik kazılar
yardımıyla tespit edilebilmiştir.Örneğin tapınak ve heykel kalıntılarından mimarinin nasıl geliştiği,
kabartma ve vazo
kalıntılarından sanata olan kabiliyetleri, sur kalıntılarından kentlerin
savunma sisteminin ne seviyede
olduğu, kanalizasyon ve su
sistemi kalıntılarından kentleşmenin ne kadar
ilerlediği anlaşılabilirdi. Ayrıca, Güney Mezopotamya’da sadece bir devlet
hüküm sürmemiş, Sümerlerden sonra sırasıyla Akad, III. Ur
Sülalesi, Babil, Kassit ve Kalde,
Pers gibi birçok uygarlık, bölgede Osmanlı İmparatorluğu egemenliği
başlayana kadar kendi egemenliklerini kurmuştur. Bu devletler dışında aynı
coğrafya üzerinde, geçiş dönemleri boyunca pek çok küçük krallıklar ve göçmen gruplar varlık
göstermiştir. Her bir krallığın ve sızan grupların bıraktığı izler, yakın tarihten en eski tarihe doğru
sıralanarak Güney Mezopotamya’nın höyüklerinin altında keşfedilmeyi
beklemiştir.
19. yüzyılda,
Avrupa’daki Louvre ve British
Müzelerine eser satabilmek için kazıya
başlayan seyyahlar, zamanla amatör bir arkeoloğa
dönüşecek ve 19. yüzyılın ortalarından sonra Mezopotamya’ya bilim insanları
akın edecektir. Yazının çözümüyle Mezopotamya’ya olan ilgi daha da artacak,
Avrupalılar Sümerler tarafından inşa edilen şehirlerin çoğunu
bilimsel bir şekilde
kazacaklardır.
Yapılan kazılarda
bulunan çivi yazılı tabletler, merak edilip
yavaş yavaş çözülmeye başlandı.
British Müzesi uzmanlarından George Smith’in kutsal kent Nippur’da bulduğu
tabletler üzerinde çalışırken, Tufan mitinin yazılı olduğu tableti
çözmesi, dinler tarihi cephesinde de büyük yankı uyandırmış, tek tanrılı
dinlerin kitaplarında geçen Tufan hadisesinin aslında çok önceden Sümerler
tarafından kayıt altına alındığı ortaya çıkmıştır. Yazının ve yazıyı icat eden uygarlığın tarihi
çözülmeye başlandıkça insanoğlunun bilgi birikiminin kökeni olan Sümerler
hakkında bilgi sahibi olunmuş, uygarlık kavramının en temeline inilmiştir. Bu
bağlamda, Samuel Noah Kramer’in sözleri ile yazıyı
sonlandırmak uygun olabilir, TARİH SÜMER’DE BAŞLAR.
KAYNAKÇA
https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCmerler
https://arkeofili.com/sumerler-hakkinda-bilmiyor-olabileceginiz-9-gercek/
https://dergipark.org.tr/tr/pub/kilissbd/issue/45254/566835
https://anabilgi.anadolu.edu.tr/?contentId=235091
Zeynep
Köfüncü
9/A 442
Yorumlar
Yorum Gönder